Hayatın bir sonraki eşiği aştığımızda karşımıza neler çıkaracağı, köşeyi dönünce hangi zorluklarla yüzleşeceğimiz her zaman muamma olarak kalacak. Her şeye hazırlıklı olmalıyız. Mesele yalnızca hayatta kalmak değil, deneyimlerimizle daha iyi, daha güçlü ve daha mutlu olabilmek… Bir sonraki mücadele ne olursa olsun, ona daha hazır olduğunu hissedebilmek.
Bu yazı dizisinde, hayatın getirdiği zorluklara karşı nasıl bir tavır takınabileceğimizden söz edeceğiz. Bu çerçevede neden sürekli birtakım zorluklarla yüzleşmek zorunda kaldığımıza, bunlarla nasıl en iyi şekilde başa çıkabileceğimize, bunları bedenimizde ve ruhumuzda yaralar açılmadan nasıl atlatabileceğimize değineceğiz. Zor durumda kendimize nasıl yardımcı olabileceğimize, kurban rolüne düşmemek için nelere dikkat etmemiz gerektiğine bakacağız. En önemlisi, karşımıza çıkan zorlukları yeni bir hayata yükselmek için nasıl merdiven gibi kullanabileceğimizden söz edeceğiz.
Bir mücadeleye başlamak, bazen mücadelenin kendisi kadar zor olabilir. Çünkü görmezden gelmenin bizi bir sürü zahmetten kurtarabileceğini, sorunların kendiliğinden ortadan kalkabileceğini umarız. Ama işler nadiren böyle yürür.
Zorluklara tepki verme biçimimiz, karakterimizi belirleyen başlıca göstergelerdendir. Zorluklar karşısında maskeler iner ve elimizde tek gerçek cephanemiz kalır: Özümüzden gelen gücümüz, gerçek zaaflarımız ve gerçek duygularımız. Karşılaştığımız her zorluk, bir karakter ve olgunluk sınavıdır. İyi bir sınav vermeyi başarırsak her seferinde gözlerimiz dünyaya biraz daha büyük açılır, kendimizi ve sahip olduğumuz gücü daha iyi tanırız. İyi sınav vermenin sırrıysa kaderinin anahtarını eline almaktan, kendi hikayende rol sahibi olmak yerine, o hikayenin yazarı olmaktan geçer.
Rol derken şu meşhur kurban rolünden söz ediyoruz. Yani dünyaya ve yaradılışımıza, varlığımıza öfke duyduğumuz, çözüm yerine nefretimizi ve birikmiş agresifliğimizi boşaltabileceğimiz bir suçlu, bir zalim aradığımız senaryodan. Birçoğumuzun mustarip olduğu o dipsiz kuyudan… Bizim için yazıldığını düşündüğümüz o hayat hikayesinin esiri olmayı büsbütün benimsediğimiz o halden söz ediyoruz.
Oysa kendi hikayemizin yazarı olmaya karar verdiğimizde ya da öyle olduğumuzu anladığımızda, kaçınılmaz olarak kendimize “Ben bu hikayeyi nasıl yarattım?” sorusunu sorarız. Neyi ihmal ettim ya da gereken özenden mahrum bıraktım: İlişkilerimi mi, sağlığımı mı, maddi durumumu mu? Bunu sorduğumuzda hayat bize neyin eksik olduğunu hemen söyleyecek. Yeter ki görmek isteyelim!
Sorunları inkar etmek, değişime, yani çözüme direnmekle eşdeğerdir. Her türlü direnç stres yaratır. Sonunda bizi yıkan da o stres birikimidir.
Gerektiğinde hayatın eskisi gibi olmayabileceğini kabul etmeliyiz:
“Evet, benim başıma gelen bu ve ben bununla yaşamayı ya da mümkünse hayatımı değiştirmeyi öğrenmeliyim!”
Mücadele eden insan, bir noktada işlerin yoluna gireceğine inanmaya ihtiyaç duyar. Çünkü sonunda hiçbir şey elde edememe ihtimalini düşünmek her şeyi daha da zorlaştırır. Bu, tanrıya inanmak da olabilir, her şeyin daha güzel olacağına inanmak ya da yaşadığımız tüm zorlukların, güzelliklerin doğum sancıları olduğuna inanmak da… Ne biçimde olursa olsun, daha iyisini elde edeceğimize inanarak hareket etmek gerekir.
Aynı zamanda yaşadığımız çilenin, ruhumuzu olgunlaştırmak ve daha güzele erişmesini sağlayacak donanımı kazanmasını sağlamak için geçilmesi gereken bir yol olduğuna inanmalıyız. Ruhumuzun bu zor yolu, kendini geliştirmek, aksi halde asla tanıyamayacağı ve erişemeyeceği güzelliklere ulaşmak için seçtiğine de inanmalıyız.
Zorlukla mücadele deneyimini temel olarak 3 soru etrafında şekillendirebiliriz:
– İçinde bulunduğum durumdan hangi dersleri çıkarmalıyım? Bu durum bana özellikle sevgi, bağışlama, merhamet gibi manevi değerlerle ilgili neler anlatıyor?
– Neleri gözden kaçırmışım ve bunu bilerek nelere karşı gözlerimi daha iyi açmam gerekiyor? Her acı, bakış açımızı yeniden değerlendirmemiz gerektiğine dair bir işaret taşır.
– Geçmişime dair barışmam gereken şeyler neler? Ruhumun sesini hangi kızgınlıklar, bastırılmış duygular, yanlış inançlar ve dogmalar bastırıyor.
Yaşadıklarımızdan bize kalanlara baktığımızda, deneyimin olumsuzu yoktur. Kimileri iyi tecrübeden, kimileriyse kötü tecrübeden çıkarılan derslerin daha faydalı olduğunu düşünür. Ama her deneyimin bir kazanım olduğuna dair bir şüphe yoktur. Daha önce de başka bir şekilde ifade ettiğimiz gibi, her deneyimin büyük bir resmin parçası olduğuna ve bir sonuca hizmet ettiğine inanmak, deneyimlerimize daha olumlu bakmayı kolaylaştıracaktır.
Genel bir perspektiften baktığımızda, her deneyimin bir kazanım olduğunu, olumsuz deneyimleri de kıymetli dersler olarak cebimize koyabileceğimizi söyledik.
Ancak bütün mesele olumsuzluklardan ders çıkarabilmekten ibaret değil. Zorlu deneyimlerin bizi yıprattığını ve o yıpranmışlığı tedavi etmediğimiz sürece mücadele gücümüzün azalacağını da kabul etmeliyiz. Bu nedenle bedenimizi, ruhumuzu ve zihnimizi, başımıza gelebilecek kötü olayların etkilerine karşı daha güçlü ve savunmalı hale getirmek zorundayız.
Bu yaklaşım doğrultusunda, zorluklarla mücadelemizi ve kendi hikayemizin yazarı olarak onları faydalı deneyimlere, güzelliklere giden yolda bir sıçrama tahtasına dönüştürme serüvenimizi 6 temel adım etrafında şekillendirebiliriz:
1. Çözüm içim eyleme geçmeliyiz. Zorlukların en yıpratıcı yönü, ilk kez karşılaştığımızda yaşadığımız şok değil, zamanla üzerimize yükledikleri ve giderilmezse süreklilik kazanan strestir. Stres, bedenin ve ruhun korozyonu gibidir. Bünyemiz stresin etkisiyle diz çökmeye başladığında, normalde bizi asla yıkamayacağını bildiğimiz, geçmişte yıkamadığını gördüğümüz darbelere teslim oluruz. Strese yenik düşmemek için her zaman elimizdeki kaynakları kullanarak mücadele etmeye ve eyleme geçmeye hazır olmalıyız. Her çözüm, eylemle başlar.
2. Duygularımızı yaşamalıyız. Bu prensip, hayatta vereceğimiz her türlü mücadele için geçerli. Her şeyin üzerine bir de depresyonu ve psikosomatik sorunları bindirmemek için bir an önce duygularımıza bastırmayı bırakmalıyız. Özellikle negatif duyguları, kendimizi ve etrafımızdakileri yıpratmayacak şekilde, samimiyetle ve özenle yaşamanın yollarını bulmalıyız. Bu amaçla o duyguları çok net adlandırabilmeliyiz. “Şu anda ne hissediyorum? Öfke mi, çaresizlik mi, yoksa korku mu?” Unutmamak gerekir ki olumsuz duyguları dışarı vurmanın tek yolu bağırıp çağırmak ya da şiddet uygulamak değildir. Olumsuz duygular da tıpkı olumlu duygular gibi şiirsel eylemlerle, dansla, yazıyla, resimle dışarı atılabilir.
3. Varoluş sorgulamaları da sürecin bir parçasıdır. Bazen hayattaki amacımızı ve yerimizi sorgulamamız ve bu amacı gerçek benliğimizle yeniden hizalamamız gerekir. Çünkü varoluşumuzun taşıdığı gerçek anlam, zor zamanlarda bizim için en güçlü mesnettir. Bu yolda “Ben kimim?”, “Ne istiyorum?”, “Yolculuğum nereye doğru?”, “Neyi neden yapıyorum?” sorunlarına net, özümüzden gelen ve kesinlikle tatmin edici cevaplar bulmalıyız.
4. Dış dünyamız her zaman içimizin yansımasıdır ve geçmişimize dair izler taşır. Ancak çok fazla acı barındırdığında, sorunun merkezi olduğu gibi çözümün de merkezi olan iç dünyamızdan kaçmaya başlarız. O acıları baypas ederek cevapları dışarıda bulabilmeyi umarız ama o tarafta bulabileceğimiz cevaplar asla yeterli olmaz. O yüzden “Şu anda ne hissediyorum?”, “Bedenim bana ne anlatıyor?”, “Gerçekte içinde bulunmak istediğim durum bu mu yoksa başka bir şey mi?” gibi soruları sık sık sormaya, iç dünyamızı daha sık ziyaret etmeye alışmalıyız.
5. Nereye odaklanırsak kapımız oraya açılır, enerjimiz oraya akar. Kayıplara odaklanırsak, çıkışı olmayan dar bir alanda boğulup kalırız. Fırsatlara odaklanırsak kapımız ufka açılır. Yeni enerji kaynakları bulur, dünyaya neden geldiğimize dair soruların yanıtlarına, daha önce tahayyül edemediğimiz anlamlar yüklenebileceğini anlarız.
6. Kaygıyla yaşamak, bizi aczi büyüten durumların içine sürükler ve çaresizlik hissini her geçen gün büyütür. O yüzden zorlukla mücadele etmenin en önemli ayaklarından biri, kaygıyla başa çıkabilmek ve kaygıyı yönetebilmektir. Kaygıyla mücadele, asla ihmal edilmemesi gereken ve özellikle uzman tavsiyeleriyle kısa süreler içinde ciddi aşama kaydedilebilecek bir konudur.
Tüm bu ilkeler doğrultusunda neler yapabileceğimize dair bazı pratik önerileri de paylaşacağız.
Önceki yazıda belirlediğimiz ilkeler çerçevesinde, yaşam deneyimlerinizi nasıl daha olumlu ve faydalı hale getirebileceğinize dair bazı tavsiyeleri derleyebiliriz:
1. Hayatın, düşüncelerin ve içinde bulunduğun durum konusunda sorumluluğu üzerine al. Acının içinde yaşamak, kurban rolünü oynamayı seçmek ya da mutlu olmak için eyleme geçmeyi seçmek her zaman senin sorumluluğunda ve inisiyatifinde olacak. Bu kararı senin adına başkası veremez.
2. Her zaman kendine öncelik ver. Günlük rutininde enerjini yükselten eylemlere mutlaka yer ayır.
3. Her anın keyfini çıkarmaya ve sahip oldukların için şükretmeye alış. En kötü zamanlarda bile mutlulukların yeşerebileceği alanlar vardır. Nihayetinde doğa, her türlü harabenin içinden sürgün verebilir.
4. Zor dönemlerin de sonunun geleceğini ve şartların her zaman kötü olmayacağını unutma. Güneşin her sabah doğması gibi bir gün hepsi geçecek.
5. Seni destekleyen, sana iyi gelen kişilerle daha çok iletişim kur. Böylece kriz zamanlarında daha güçlü ve daha umutlu kalabilirsin.
6. Deneyimleri pozitife çevirme odağını unutmadan, her olumsuzlukta, bunu tekrar yaşamamak için yapabileceklerini sorgula. Sen doğru mesajı alana kadar evren sana onu tekrar vermeye çalışacaktır. Nelerin değişmesi gerektiğini bir an önce anla ve onları değiştir.
7. Hayatında her zaman mizaha yer olsun. Mizah, zorlukları hafife almak değil, onlar karşısında daha güçlü olabileceğine inanmaktır.
8. Hayatında temizlik yap. Gereksiz eşyalardan, seni sömüren ilişkilerden kurtul. Enerjini faydasızca tüketen, dikkatini anlamsızca dağıtan şeylerden uzaklaşmaya çalış.
9. Ruhunla ve yüreğinle iletişimini güçlendir.
10. Seçme şansın olduğu sürece hakkını sevgiden yana kullan. Nefret ve öfke, engelleri aşarken daha çok hata yapmana neden olur.
Sonuçta bizi biz yapan deneyimlerimizdir, ama esas belirleyici olan, hangi deneyimleri yaşadığımız değil, kendimize o deneyimlerden ne kattığımızdır. Kalbimizi ve zihnimizi açtığımızda, tüm o deneyimlerin bir anlam ve amaç etrafında şekillendiğini anlarız. Olumsuzluklara bakıp “kader” dediğimiz şey bizim kaderimiz değildir. Bizim kaderimiz, deneyimlerimizin bizi ulaştırabileceği potansiyeldir.
Dünya değişebilir, sen değişebilirsin, ama kaderini hiçbir zaman başına gelenler olarak düşünme. Senin kaderin, her zaman kendini geliştirip ulaşabileceğin en son nokta olacak.
Gecenin en karanlık saatinin dün doğumundan hemen öncesi olduğu söylenir. Bu söylem, fiziksel bir gerçeklikten ziyade güzel bir mecazi anlam barındırır. Burada kastedilen, optik bilimine göre en karanlık zaman değil, uzayan karanlığın içimizde büyüttüğü kasvetin son noktasıdır.
Evet, önünde sonunda güneş doğar ama esas mesele o da değil! O karanlıkta nasıl yürüdüğümüz çok önemli! Kayıplar ve trajediler, her zaman hayatın doğal bir parçası ve yaşaması zor deneyimler olarak kalacak. Bu süreçlerin deneyimini bize ait kılan şey, o zorlukların başkalarının yaşadıklarıyla karşılaştırılması olmayacak. Özellikle kayıplar gibi zorlukları yönetme sürecinin bir noktasında, doğal olarak suçlu arayacak, nefretimizi yönlendirecek bir hedef bulmaya çalışacağız. Mutlaka buradan geçeceğiz ve bizim özgün deneyimimizi tanımlayan kırılma noktası, o sürecin herhangi bir aşamasında takılı kalıp kalmayacağımız olacak.
Hayatımızın geri kalanına mağdur, kalbini acılara teslim etmiş ve kendini yaşadıklarının altında ezen, daha iyiye gitmemek için acılarını set gibi önüne yığmış bir olarak mı devam edeceğiz, yoksa kalbini her ihtimale ve olabilecek her türlü güzelliğe açan biri olarak mı?
Hayal kırıklıklarının ardından daha fazla kırılmamak için kendimizi kapatacak mıyız, yoksa güveni aramaya devam mı edeceğiz? Anlam arayışımız yalnızca sonlu bir ömrü tamamlamayı bekleyen bir sürüncemeye mi dönüşecek, yoksa önümüzdeki ihtimallerin sonsuzluğuna mı inanacağız?
Kim olursan ol ve ne yaşamış olursan ol, kalbini açtığında bu dünyadan alabileceğin ve bu dünyaya verebileceğin sonsuz iyilik olacak!
Evet, ne yaşamış olursan ol, tercihin daha iyisine inanmamaktan yana olursa, sana en büyük kötülüğü yapan kişi sen olacaksın.
Hepsinin ötesinde, yaşadığın her şeyle barışabileceğin, kusurlarını sevebileceğin, olumsuz deneyimleri güzel derslere çevirip kendini akışa bırakabileceğin bir gelecek olabilir.
Bunu sen seçeceksin!
Unutma güzel kadın, seviliyorsun!